
Bu blogda iş hayatından örnekleyerek etkili iletişim üzerine yazdığım bu yazı, benim kendimce en beğendiğim, en favori yazılarımdan biridir.
Fabrika Müdürlüğü kariyerimde kendimi en güçlü hissettiğim, gerçekten çok iyi / hedefli / güçlü bir ekibe liderlik ettiğim, ekip arkadaşlarım ile birlikte harika başarılar çıkardığımız, birbirinin başarısından haz duyan muhteşem insanlar ile birlikte olduğum bir dönemde yazılmış, iletişim deniz – derya konusunda kendimce bir “olgunlaşma” döneminin ifadesi olan bir yazıdır.
Her zaman çevremde böyle harika insanlar oldu, şükür ki şimdi de var bu insanlar. Varlıklarına minnettarım.
O zaman söylemişim, şimdi de aynısını söylerim, ben bu iletişim deniz-derya konusunda hala “öğrenciyim”
Hayatın kendisi, sürekli bir öğrencilik durumu değil mi ki?
Bence öyle.
Hiç öyle iddialı, ben şöyleyim, ben böyleyim, ben “oldum” falan demem.
Ve hayatın içinde, yolculuk sırasında, bazen burada yazdığım düsturların dışına çıktığım veya “egonun esiri” olduğum da belki söylenebilir. Her etten kemikten insan gibi!
Öte yandan, genel olarak “kendimi bilirim” – “bildiğimi düşünürüm”.
Bana aksini söyleyenler olduğunda ise, zaman zaman döner bu yazıyı okurum, raydan çıktım mı acaba? diye kendimi sorgularım.
Bazen de kariyeri gelişirken, iletişim kazalarına maruz kalmaması ve daha güçlü birer yönetici olabilmeleri için bu yazıyı beraber çalıştığım arkadaşlarıma da gönderdiğim olmuştur.
Geçen hafta bu konuda benden çok daha deneyimli, çok daha ileride, çok değerli bir saha liderinden Mimar Sinan’ın Selimiye Cami hikayesini dinleyince çıktı bu yazı.
Rivayet çok meşhurmuş ama benim de bunu yeni öğreneceğim varmış demek ki.
Mimar Sinan “ustalık eserim” dediği Selimiye Cami inşaatı bittikten sonra, cami avlusunda oynayan çocuklardan birinin “bu minare eğri” sözünü duyunca hemen çocuğun yanına gidip, “hangi minare eğri bir göstersene” demiş. Çocuk da eliyle işaret edip söyleyince, Mimar Sinan hemen ustalarını çağırmış, bir halat getirtmiş, minarenin üstünden aşağıya sarkıtıp, çocuğa “söyle bakalım ne tarafa çeksinler” diyerek sağa – sola halatı oynattırmış. Sonra çocuğa sormuş. “Oldu mu şimdi?” Çocuk da “işte şimdi oldu” demiş.
Mimar Sinan, olan bitenden hiçbir şey anlamayan ustalarına:
“Bu küçük çocuğun kafasındaki minarenin eğriliğini düzeltmeseydik, çocuk caminin yanından her geçerken güzelliğini göremezdi. Kafasındaki minarenin eğriliğine takılırdı. Önlem alınmazsa, dedikodular aslı astarı olmasa bile iz bırakırlar”
Diyerek müthiş bir iletişim dersi vermiş.
Dedikodu bir zehir, ben eski yazımda sonlara doğru yazmışım, madde 8. Uzak durun, en çok sahibine zarar veren negatif bir enerjidir ama başkaları için de yıkıcıdır, hiç bir yapıcı sonucunu göremezsiniz. Bulunduğunuz ortamda dedikodu yapanlardan derhal uzaklaşmak kendiniz için yapabileceğiniz en önemli tavsiyemdir.
Öte yandan bu eski yazımı bana tekrar hatırlatan bir başka söz daha var ki, benim için çok anlamlıdır, çok değerlidir. Madde 3’te geçer, hayat dersidir, tekrar not etmekte fayda var:
“Fısıltılara kulak verirsen çığlıkları duymak zorunda kalmazsın”.
Dedikodu fısıltısından bahsetmiyoruz tabi ki!
“Gürültü yapıyor” gibi düşündüklerin sana çok şey anlatmaya çalışıyor olabilir.
İyi bir yönetici bu fısıltıları dinlemeli, önemsemeli ve daha büyük sorunlara sebep olmadan hızla tedbir almalıdır.